On beş yıllık kasaptı. Çevresindeki hiçbir kasabın, onun kadar iyi et satmadığı söylenirdi. Çok meraklı bir adamdı doğrusu. Satacağı hayvanları kendi eliyle seçer ve yine kendi keserdi.
Müşterileriyle sohbet ederken:
- şimdiye kadar yüzlerce hayvan kestim!. derdi. Benim için hayvan kesmek, karpuz kesmek gibidir.
Kasap, yılların vermiş olduğu alışkanlıkla koyunları beş dakika içinde, sığırları ise yirmi dakikada kesip parçalar ve canlı bir hayvana bakarak, ondan kaç kilo et çıkacağını şıp diye söylerdi.
Fakat, ah şu kuzular yok muydu? Hele son zamanlarda, onları kesmeye bir türlü eli varmıyordu. Kuzu eti isteyen müşterilerine:
- Bırakın şu hayvancıkları büyüsünler!. diyordu. Başka bir et yeseniz, ne olur sanki?
Eski müşterileri, kasabın bu sözünden bir şey anlamıyordu. Öyle ya, şimdiye kadar dükkandan kuzu eti eksik olmamıştır. Oysa ki adam, bu sözleri boşuna söylemiyordu. Çünkü kuzu denince, gözlerinin önüne altı aylık yavrusu geliyordu. Kıvırcık saçlı, kara gözlü bir kızdı bu ve kasap onu, belki de ağzı alıştığı için "kuzum" diye seviyordu.
Aradan aylar geçti. Kasap, bu süre içinde müşterilerinin giderek azaldığını fark ediyor ve bunu, kuzu eti satmamasına bağlıyordu. Sonunda pes ederek:
- Aman yahu!. dedi. Benden başka yufka yürekli kalmadı mı? Keserim olur biter.
Ertesi gün, diğer hayvanlarla birlikte bir tane de kuzu aldı. Önce danayı, sonra koyunu kesti. Bunları parçalarken son derece ağır davranıyor ve kuzunun kısa ömrünü, sözde birkaç dakika daha uzatmış oluyordu.
Sıra ona geldiğinde, önemsiz bir iş yapıyormuş gibi, aklına ilk gelen şarkıyı söylemeye başladı. Kuzu, olup bitenleri bir oyun zannediyor ve bağlı olmasına rağmen yerinde zıplıyordu. Kasap kuzuyu yatırıp bıçağa uzanırken, parmağında bir sıcaklık hissetti.
Ve eline baktığında, öylece donakaldı.
Kuzu onun parmağını, annesinin memesi zannederek emiyordu...
Cüneyd Suavi