Şehre Hasret
İstanbul a gidemedim erguvan zamanı
Depreşmesin diye lanet şehre hasretim
Şimdi mimozalar bırakmaz gitsem peşimi
Ne ara gitmeli bilmem
Azalsın için acım
Ne ara seyreylemeli
Şehirlerin sultanını
Ne zaman kaybolmalı eski kaldırımlarında
Bir inip çıkmalı yokuşlarını merdivenlerini
Üstadın ağzındaki aynı bal türkü ile
Ayaklarım koca Nazım olmalı
Ceketim Orhan Veli
Bakışlarım Tarancı, elim Fikret’in eli
Sözlerim Sait Faik olmalı gözlerim Salih Birsel
Nisuaz’da, Markiz’de ya da Lebon’da içilmeli kahveler
Giritlide semizotu, Şakirde Arnavut ciğeri yemeli
Yemeli de ne zaman
Şimdi olmaz canım her yer akasya yanığıdır
Hiç ayrılmamış yanım arsız bugünlerde
İlle de gitme derdinde
Kadıköy’den vapurla Karaköy
Tünel ile yukarı oradan Cezayir sokağına gitmeli
Cumartesi Annelerinin hayali heykellerine bakmalı
Eski postanenin etrafında bulutlanmış hikâyeler öpmeli yanağımızdan
İnciden profiterol yemeli yine gülüp telaşımıza
Üç film birdenler çarpmalı gözümüze
Atlas pasajını daha çok sevdiğini düşünmeli Çağan yüzünden
Beyoğlu’nun kokusu olduğuna inandıramadığın arkadaşlarını hatırlamalı
Dilimizde malum şarkı olmalı ama…
Akordeonu mutlaka Muammer çalmalı
Binaları anlatmalı bir bilge Belge
Sunay Akın şaşırtmalı yine bizi anlattıklarıyla
Hepsi güzel hoş ta
Ne zaman olmalı bilemedim
Varın siz söyleyin
Olmadı en son çare Murathan’a sorarım…
20.05.09
Nadir