BİZDE GÖRÜLENLERİ BİZ GÖRÜYOR MUYUZ?
Ünlü Türkolog Ord. Prof. Dr. Anna Masala :
Roma Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak İstanbul'a gelmiştim. Benim iç dünyamı bilmeyen Batı hayranı bir profesörünüz, başladı konuşmaya:
"-Hanımefendi, ben İtalya'ya bayılırım. Hele de Roma, rüyalarımın şehridir. Roma, dünya medeniyetinin başkentidir... Ne kadar isterdim, bu muhteşem şehirde yaşamayı..."
Bizim profesörün kendince iltifatları, ayılıp bayılmaları bitmek bilmeyince, Anna Masala sözünü keser ve der ki:
"-Beyefendi, ben de İstanbul'a bayılırım. Benim hayalim de İstanbul'da yaşamaktır. O halde, siz İtalyan olun gelin Roma'ya, burada yaşayın. Ben de Türk olayım gidip İstanbul'da yaşayayım."
Bizimkisi hiç beklemediği bu karşılıkla, baltayı taşa vurduğunu anlayıp sesini kesmiş...
Rahmetli Profesör Ayhan Songar anlatmıştı:
İlmî bir toplantı için yurt dışından kalabalık bir grup gelmişti. Hepsi de tıp sahasında uzman olan bu ilim adamlarına, Boğaz'da tarihi bir atmosfer içinde akşam yemeği verildi. Yemek sırasında da canlı olarak Batı müziği çalınıyordu.
Batılı ilim adamları İstanbul'da, böyle tarihi bir ortamda kendi müziklerini dinlemeyi biraz garipsediler. Ve dediler ki:
"-Biz burada, bilmediğimiz bir kültürü ve medeniyeti tanımak ve tatmak isteriz. Oysa ki siz, sanki kendi kültür ve medeniyetinizden utanırcasına davranıyor ve bize bizim kültürümüzle sesleniyorsunuz. Biz bu müziği Avrupa'da sürekli dinliyoruz. İstanbul'da yeni ve başka bir müzik dinlemek isterdik. Sadece müzik de değil, en kaliteli otelinizde Türk içecekleri bulunmuyor. Mesela, her yerde neskafe var ama, Türk kahvesi yok..."
Bir zamanlar ülkemizde, General, Elektrik Genel Müdürü olarak çalışmış olan Steve Diehl, görevi sona erip vedalaştığı sırada, Türk meslektaşlarına şunları söyler:
"Sizin çok önemli güzellikleriniz var, fakat anladığım kadarıyla bunların farkında değilsiniz. Uzun asırlar içinde oluşup gelenekselleşmiş olan bu güzellikler, başka hiçbir Batılı ülkede yoktur...
Mesela, sizin bazı deyimleriniz vardır. Hiçbir batı toplumunun lugatında bunları bulamazsınız. Biri gurbete gidecek, ya da asker olacaksa, ailesi ziyaret ediliyor ve 'Allah kavuştursun' deniliyor. Eğer gurbete giden sağ salim dönmüşse, aile tekrar ziyaret ediliyor ve 'gözünüz aydın' deniliyor...
Hasta ziyareti, sadece yakın akrabalar arasında değil, komşu hemşehri, asker arkadaşı, iş arkadaşı, hac arkadaşı, okul arkadaşı , hatta arkadaşın arkadaşı da yapılıyor. 'Geçmiş olsun' deniliyor. Misafirperverlik sizde hala yaşıyor. Misafir oluyor, yiyor, içiyor, hatta yatmaya kalıyorsunuz. Bütün bu hizmetlere, herhangi bir karşılık düşünülmüyor bile... 'Artık tuz-ekmek olduk' diyorlar, ayrılırken de helalleşiyorlar, 'hakkını helal et' diyorlar...
Sizde aile ilişkileri hâlâ çok sağlam... Özellikle de anneler çocukları için çok fedâkarlar. Anne-baba-çoçuk arasındaki ilişkinin sağlamlığına dünyanın başka bir yerinde rastlamadım. Mesela anne genç yaşında eşini kaybediyor, artık çocukları için yaşamaya başlıyor. Asla evlenmeyi düşünmüyor. Çocukları için hem anne hem de baba olmayı ömrünün sonuna kadar devam ettiriyor. 'Bu duruma saçını süpürge yapmak' deniliyor.
Türkiye'de öğrendiğim bazı hısım akraba isimleri vardır ki, bunlara bizim kültürümüzde rastlayamazsınız. Çünkü onların aile bağları içinde herhangi bir yeri yoktur. Mesela elti, enişte, bacanak, yenge, abla bu isimlerdendir. Batılı aile tipinde bunların hiçbir kıymet-i harbiyeleri olmadığı için özel bir adla anılmalarına da ihtiyaç duyulmamıştır.
Komşuluk ilişkileri de, sizde değişik gelişme göstermiş....Komşular çoğu zaman yakın akrabalar gibi algılanıyor. Aralarında ciddi yardımlaşma ve dayanışma kuruluyor.
Komşular, günün her saatinde kapısı çalınacak telefon açılacak ve herhangi bir ihtiyaç maddesi istenebilecek insanlar olarak düşünülüyor.
Komşu hasta olduğunda, her türlü ilgi ve yardım yapılıyor. Vefâtı halinde gelen gideniyle ilgileniliyor, evine yemek taşınıyor, acısı paylaşılıyor. Geride kalanlar kesinlikle yalnız bırakılmıyor. Bu davranış kuru ve geçici ruhsuz bir seromoniden çok öte bir içtenlikle icra ediliyor.
Çok önemli bir özelliğiniz de, büyüklere itibar etmenizdir. Büyüklere saygı, gerektiğinde yardım etme, bunu tanımadıklarına da yapma hasleti çok güzel...
Sizde insan, yaşlandıkça itibarı artıyor. Batılı toplumlarda ise, yaşlandıkça panik artıyor. Çünkü gençlerden ne saygı, ne de yardım görüyorlar... Öz çocukları bile aramıyor onları... Yaşlılar ancak devletin kendilerine sağladığı bir takım metalarla toplumda kendilerine bir yer bulabiliyorlar. Bu durum da insanlardan kopmayı, bir köşede yalnızlık hastalığına dûçar olmayı getiriyor....
Netice itibariyle, sizde, gizli ve örtülü sosyal güvenlik sistemi var ve sessiz sedasız işlemekte... Böylece insanlar arasında zekat, sadaka, yardım gibi kanunlarla düzenlenmemiş bir dayanışma hüküm sürüyor. Böylece toplumunuz, zaman zaman düştüğü krizlere rağmen, güven içinde yoluna devam ediyor.
Batı, asırlardır, büyük maddî külfetlere ve bir çok kanuna rağmen, hala sosyal güvenlik sistemini tam oturtamamıştır.
Oysa ki siz bunu masrafsız, külfetsiz ve kânûnî düzenlemeye ihtiyaç duyulmayacak biçimde, tamamen gönüllü olarak sağlamışsınız.
Ama öyle sanıyorum ki, siz bu güzelliğinizin de farkında değilsiniz...
Bir an önce, bu güzelliklerinizi fark edin ve tavizsiz bir biçimde korumaya çalışın ..."
Şimdi düşünmek zamanıdır: Bu güzelliklerin neresindeyiz. Hâlâ ne kadarına sahibiz? Hiç olmazsa sahip olduklarımızı hemen korumaya ve kollamaya almalı, yitirdiklerimizi ise, bir an önce bulmaya çalışmalıyız. Bunlar bizim gerçek zenginliklerimiz ve varlık sebebimizdir. Çünkü hepsi de imanımızdan kaynaklanmaktadır.
Yabancıların farkına vardığı güzelliklerimizi biz fark edemezsek, sanırım bu ayıptan da öte bir şey olur...
alıntı...